Mi'raciye
Mi'râc kelimesi yukarı çekme, yukarı çıkacak yer, merdiven gibi anlamlara gelir. Hazret-i Muhammed'in mucizelerinden olup burada "göklere çıkma" anlamındadır. Bu yüzden "mi'râcü'n-Nebi, Mi'râc-ı Ahmedî"isimlerini almıştır. Mi'râc olayı Kur'an-ı Kerîm'in "İsrâ ve Necm" sûrelerindeki bazı âyetlerde anlatılır. Bu konu islâmiyetten başka birçok dinlerde ve bazı kutsal kitaplarda da vardır. Mi'râciye'ler eski edebiyatımızda peygamberimizin mi'râcını anlatan şiir örnekleridir. Başlı başına bir eser olarak yazıldığı gibi tasavvufî ve diğer bazı eserlerde bölümler halinde bulunabilir. Şiir şeklinde yazılmamış "Mi'râc-nâme"ler de vardır. Manzum mi'râciyeler mesnevî şeklinde yazılmışlardır. Divan şâirleri divanlarında uzun ya da kısa şiirler halinde bu olaya geniş yer vermişlerdir. Siyer, Hilye, mürettep divanlar ve bazı mesnevilerde mi'râc için bölümler ayrılmıştır. Divan edebiyatında çoğunlukla bir mazmun ve rumuz olarak ele alınmıştır. Tanınmış divan şâirlerinin bazılarının şiirlerinden seçilmiş birkaç örnek sunuyoruz:
Bir kadem çıkmaz ser-i kûyin koyub âşıklarına
Tâk-ı arşa nerdüben olursa perr-i Cibril
Hayalî
Sâhib-i mi'râc u şeh-i enbiyâ
Dâver-i zî-tâc u meh-i pür-ziyâ
Süleyman Nahifi
Sen mugazzeksin, mutahharsın, mükerremsin münîr
Sâhibü'l-mi'râcsın ümiyy ü muhtar u şehir
RecepVahyî
Sad hased âlemde kim mi'râc eder her subh u şâm
Şevk-i hüsnünle o rind-i lâ-mekân peymâ-yı rûh
Leskofça'lı Galip
Nişe seyr itdürdük ol kufu gice
Nişe ağdurduk biz anı mi'râca
Abdülbakî Arif Efendi
Halk edebiyatımızda da hayli işlenmiş konu olduğundan zaman zaman Yunus Emre, Pîr Sultan Abdal, Kul Nesimî, Eşrefoglu Rûmî, Himmetî gibi şâirler bu yolda eser vermişlerdir. Bütün islâm ülkelerinde mi'râc hakkında çok eser yazılmıştır. Türk dünyasında ise İsâ, Abdülvâsi Çelebi, Ârif, İsmail Hakkı Bursavî, Nâyî Osman Dede, Süleyman Nahifî, Mecidî, Hâfız Ömer, Yenişehir'i! Fenârî, Abdülbakî Arif Efendi, Seyyidî, Muhammed Fevzî, Recep Vahyî gibi kimselerin değişik eserleri vardır.
İslamiyette mi'râc, kelâmcılarla mutasavvılar arasında değişik görüşlerle açıklanmıştır. Tasavvufa göre insan ruhunun cismânî kayıtlardan kurtularak "Mârifetullah"a yükselmesidir. Tasavvufun amacı insana nefsini dolayısıyla rabbini öğretmek olduğuna göre, bu iki kavramı bilen bir kimse, gerçeği bulup mi'râc etmiş olacaktır. Çok ayrıntılı olarak işlenmiş olan bu olay İslâm resminde sayısız minyatüre konu olmuştur.
Mi'râciyeler eskiden kandil geceleri okunurdu. Tekkeler kapatılıncaya kadar bu gelenek devam etmiştir. Son yıllarda çeşitli vesilelerle, özellikle tasavvuf mûsikîsi programlarında bölümler halinde icrâ edilmektedir. Bu geleneğin devamlılığı için o zamanlar vakıflar bile kurulmuştur. Şeyh Mehmed Nasûhî'nin vakfiyesi ile Üsküdar'daki Aziz Mahmud Hüdâî Camiî, Rıfâî Mehmed Sadık Paşanın Sünbülefendi Camiî, kadıasker Mehmed Süedâ, Şeyh ismail Gavsî Efendi'nin vakfiyeleri sayılabilir.
Manzum olarak yazılmış olan dinî ve edebî eserlerin belirli bir üslûb ve makam düzeni içinde mûsikî ile okunması yaygın bir gelenek olarak devam etmiştir. Bugün bile siyerler, din ulularını ve dinî kıssaları anlatan Muhammediye gibi manzum eserler, tıpkı Mevlud'da olduğu gibi mûsikî ile okunmaktadır. Meselâ, 1313 yılında yazılmış olan 'Muînü'l-Mürîd'in beste ile okunduğunu tarihi kaynaklardan öğreniyoruz. Bunun gibi 1353'de yazılan Hârizm'in Muhabbet-nâme'si ile Süleyman Çelebi'nin Vesiletü'n-Necât'ı da böyledir. Yukarıda belirttiğimiz gibi sayıları pek çok olan mi'râciyelerin bir bölümü bestelenmiştir. Bunların içinde unutulmaktan kurtularak günümüze gelebilen Nâyî Osman Dede'nin eseridir. Dr. Suphi Ezgi'nin verdiği bilgilere göre bir Regâib kandili gecesi o dönemin ünlü mutasavvıfları şeyh Mehmed Nasûhî'nin Üsküdar'da Paşakapısı'ndaki tekkesinde toplanmışlar. Nâyî Osman Dede de orada bulunuyormuş. Şeyh Mehmed Nasûhî, Osman Dede'den bir mi'râciye bestelemesini rica etmiş. Osman Dede de bildiğimiz eserini Mi'râc Kandili'ne kadar tamamlamış. İlk kez adı geçen dergâhta okunmuştur. Zaten mi'râciye denince bu eser akla gelir. Zamanla unutulmak üzereyken H. Sadeddin Arel, Ahmed Irsoy, neyzen hattat Emin Efendi, Suphi Ezgi ve Abdülkadir Töre'nin gayreti ile, "Neva Bahri" hariç, o dönemde hayatta bulunan mi'râc-hanlardan notaya alınmıştır. Suphi Ezgi bu eser için özetle "...Osman Dede bestekârlık gücüne makamların dinî duyguları aksettirebilme kudretini de eklemiştir" diyor. Abdülbakî Arif Efendi'nin eseri ise tamamen unutulmuştur. (Nota:179=1–2–3–4–5–6–7–8–9–10–11–12–13–14–15–16–17–18–19–20–21–22–23–24–25–26–27–28–29–30–31–32–33–34–35–36–37–38–39–40)
Mi'râciyenin kendine mahsus bir okunuş şekli ve üslûbu vardır. Eskiden mi'râc okuyanlara "mi'râc-han" denirdi. Bunlar camilerde mihraba yakın bir kürsünün çevresine toplanır, tevşihi okuyan koro ilk bölümde "Sallü Aleyh", son bölümlere doğru "Minessalâ" diyerek karşılık verirdi. Son bölümde bulunan münacaat okunurken yine koro '”ikbâl yâ Mûcib" derdi.
Nâyî Osman Dede sözlerini bizzat yazdığı eserini beş bölüm hafinde bestelemiştir. Derinlemesine incelenen bu eserde üstün bir mûsikî ve tasavvuf kültürünün, ustalıklı bir sanat anlayışının dile getirildiğini bütün büyük mûsikîşinaşlarımız kabul etmiştir. Eserin belkemiğini oluşturan ve solo olarak okunan her bahrin başında koro olarak okunan bir tevşih vardır. Segâh, dügâh, sabâ, hüseyni makamlarından bestelenmiş olan tevşihlerin sözleri arapçadır. Bu şiirleri yukarıda adı geçen şeyh Mehmed Nasûhi yazmıştır. Son tevşihin sözleri farsça olup Mevlânâ Celâleddin'e aittir. Eserin besteleniş düzeni şöyledir. İlk tevşih segâh makamından bestelenmiştir. Bunun arkasından aynı makamdan bestelenen birinci yani segâh bahri gelir. Bu bölümde segâh makamından başka bestenigâr, müstear, mâye, bayati makamları kullanılmıştır. İkinci bölümün başında dügâh makamında ve hafif usûlünde bestelenmiş ikinci tevşih bulunur. Bu tevşihi eserin müstear bahri izler. Bu bölümde de dügâh, sabâ, çargâh, kûçek, hüseyni, kürdî, arazbar, acem gibi makamlar işlenmiştir. Üçüncü bölüm on sekiz beyitlik sözleri bilinen ve bestesi tamamen unutulan neva bahridir. Sabâ makamında ve devr-i kebîr usûlünde bestelenmiş bir tevşihle başlayan dördüncü bölüme yine sabâ makamı ile girilir. Hüseyni ve bûselik makamlarına geçkiler yapılmıştır. Eserin son bölümü olan beşinci bölüme hüseyni makamından ve yine devr-i kebîr usûlünde bestelenmiş bir tevşihle girilir. Bu bölüm hüseyni makamından başka gerdaniye, bûselik, acem, uzzal, nişâbur, hüzzam, kûçek ve ısfahan gibi makamlarla donatılmıştır.